VAKANÜVİS HAMDİ EFENDİ’NİN KARANTİNA NOTLARI
VAKANÜVİS HAMDİ EFENDİ'NİN SIRADIŞI ÖYKÜSÜ
Sabah ışıkları yeryüzünü yeni yeni aydınlatıyordu. Hamdi Bey,
henüz yatağından çıkamamış alelacele kıldığı sabah namazından sonra yeniden
uykuya dalmış ve önceki günün yorgunluğunu atmaya girişmişti. Yatağında ölü
gibi yatıyor karısının sesleniş ve serzenişlerine banamısın demiyordu.Aslında
alışıktı Ayşe Hanım kocasının ağır uykusuna. Bilhassa sarayda geçirdiği yoğun
çalışma saatleri bu 60’lık ihtiyar için artık fazlaydı. Ayşe Hanım da bunu
biliyor ve sürekli Hamdi Bey'e artık inziva vaktinin geldiğini söylüyordu. Belki
bir 10 yıl önce de bu durum böyleydi ancak Ayşe Hanım kocasının ifa ettiği
önemli vazifeden dolayı bunu açıkça dile getiremiyor sadece ima yollu
göndermelerde bulunuyordu. Eh, tabi koskoca Sultan vakanüvisiydi kocası!
Sultan’ın kocasına olan muhabbeti de saraydaki görevinden ayrılmasını imkansız
hale getiriyordu üstüne üstlük. Hele bir de güveni yok mu ah… O yüzden koca bir
sorumluluğu, “Tarih”i, yüklemişti Hamdi Efendinin sıska omuzlarına.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen kapının kalın tokmağı
sert bir biçimde çalıyor ve Ayşe Hanım olduğu yerde hop oturup hop kalkıyordu.
Hiç oralı olmayan Hamdi Efendi ise ruhu bir daha hiç yeryüzüne
inmeyecekmişçesine uykusunu sürdürüyordu.Hamdi Efendi’yi hiç bir gürültünün
uyandıramayacağını fark eden Ayşe Hanım artık kocasını dürterek uyandırabilmeyi
umut etmişti. Kapının tok sesi tekrar ve tekrar duyuldu. Ayşe Hanım için artık
yeni bir şeyler deneme vakti gelmişti. Kocasının bu uykusundan artık bezmiş
olacak ki yer yatağının hemen yanı başındaki sürahiyi aldı ve yatağın ıslanması
pahasına sürahiyi kocasının yüzünde gezdirdi. Hoş olmayan bir sürprizle uyanan
Hamdi Efendi bu sürprizin hesaplaşmasını daha sonraya erteleyerek kapıya doğru
ağır adımlarla koyuldu. Kapıyı açar açmaz Sultan’ın kapıkulu askerlerini gören
Hamdi Efendi’nin uykudan kalma kısık gözleri biranda faltaşı gibi açıldı.Askerler tez hazırlanması gerektiğini Sultan’ın onu
acil bir iş için çağırdığını salık verdiler. Hamdi Bey içinden derin bir eyvah
çekti; bu saatte acil bir şekilde çağrılmak pek de hayra alamet bir durum
değildi. Böyle bir durum ile karşılaşacak her devlet adamının yapacağı gibi
hanımıyla helalleşti ve hanımına son bir veda ederek askerlerle beraber sarayın
yolunu tuttu. Yol boyunca düşündü durdu acaba darağacına mı gidiyordu; ne hata
işlemişti acaba? Elleriyle bir yandan tarihin gelecek sayfaları gibi bembeyaz
sakallarını sıvazlıyor bir yandan da Sultan’ın kendisini ne için çağırmış
olabileceğini düşünüyordu.
Saraya ulaştıklarında bir yandan belirsizliğin getirdiği
heyecan ve endişe ile diğer yandan ihtiyarlığın verdiği yorgunluktan düşüp
bayılmak üzere olan Hamdi Efendi’yi Sultan’ın da aralarında bulunduğu divan
heyeti karşılamıştı.Bunca kalabalığı karşısında gören Hamdi Efendi bu sefer
içinde tutamadığı korkuyu “Eyvah”
çığlığı ile dışarı attı ve yere yığıldı. Hamdi Efendi uyandığında kendisini
Sultan’ın zarif gülümsemesi karşıladı. Bu gülümseme annesini anımsattı Hamdi
Beye. Yıllar geçmişti oysaki rahmetlinin
vefatından. Belki de bu gülümsemenin ona annesini anımsatmasının sebebi
içindeki şefkatti. Nice Sultanlar görmüştü bu gözler ama bu bir başkaydı. Bir
anne misali şefkat doluydu tebaasına karşı ve bu gülümseme ah bu gülümseme
alabildiğine sarıp sarmalıyordu Hamdi Beyi. Nihayetinde kendine geldi Hamdi Bey
ve merakla konuşulanları dinlemeye koyuldu.
Söz El-Cezeri’den açıldı ve kendisine bolca rahmet okundu.
Çok yakın bir zamanda kendisine ait olduğu düşünülen bir çizim defterinin
bulunduğu ve bu defterin değişik araç gereçlerin tasarımlarını ihtiva ettiği
bahis konusu edildi. Titiz bir gizlilikle yürütülen çalışmalarla El-Cezeri’nin zamanda seyahat için tasarladığı bir aracın
tespit edildiği ve bu aracın üretiminin süratli çalışmalar neticesinde
başarıldığının altı çizildi. Herkesin hayret ve şaşkınlıklarını dile getirdiği
bir halde gözler bir anda Şeyhülislama döndü ve böyle bir faaliyetin Şer’an caizliği
tartışma konusu oldu.Ancak önceden bilgilendirilen Şeyhülislam duruma hazırlıklıydı ve güzel bir açıklama
ile şüpheleri giderdi.
Meraklı gözlerle pürdikkat tartışmaları takip eden Hamdi
Efendi bir yandan akıl sağlığından şüphe ediyor bir yandan da tarihi yazmaya
devam ediyordu. Aniden Divanda bir anlık sükut hasıl oldu ve herkes kendi zihin
dünyasında bu konuşulanları sindirmeye koyuldu. Birkaç dakikalık bu sükutu
Sultan’ın anaç üslubuyla “Hamdi Efendi” diye seslenişi bozdu. “Hamdi Efendi siz
ne dersiniz bu işe?” diye devam etti Sultan. Aslında Hamdi Efendi pek alışık
değildi böyle anlarda kendisine söz verilmesine; ne de olsa yılları sadece
tarihi yazmak ile geçmişti ve tarihi yapmak onun işi değildi neticede. Ancak
istifini bozmadan ve heyecanlandığını belli etmeden kem küm ederek
geçiştirebildi soruyu. Divan akşama kadar süreceğe benziyordu, herkes
eteğindeki taşları döküyor bu andan sonra gerçekleşebilecek tüm senaryolara
ilişkin sorular ortaya atıyorlardı. En nihayetinde zamanda yolculuğun ancak
yeryüzünde fesada sebep olmayacak en
uygun şekilde kullanılması gerektiği
konusunda anlaşıldı.Bununla beraber, zamanda seyahat edecek kişilerin ziyaret edilen
gelecek zamanın kendisine müdahale etmemek koşuluyla sadece gözlem yapılmasına izin verileceği
vurgulandı. Sıra zamanda yolculuğa kimin gönderileceğine gelmişti. Bu mevzuda
da yoğun tartışmalar yaşanmış divan azaları Sultan’ın varlığını unuturcasına
birbirlerinin üzerine yürümeye başlamışlardı. Sultan bir kez daha gülümsedi,
bu gülümsemeyi tanıyanlar aniden duraksadı ve sus pus kesildiler. Başlar
Sultan’a yönelmiş, karar büyük bir heyecanla beklenmekteydi.Ve sultan ancak
kısık bir sesle “ Hamdi Efendi”diyebildi. Yılların eskitemediği o adam, Hamdi
Efendi, belki biraz şaşırdı ama bundan
ziyade iç dünyasını büyük bir boşluk kapladı. Garip bir şekilde
heyecanlanmadığını hissetti Hamdi Efendi ; belki de baştaki darağacı fikrinden
başka hiçbir şey onu tekrar heyecanlandıramazdı, tedirgin edemezdi. Sultan’ın
ifadesini takiben divanı tekrar büyük bir hayret sisi kaplamış, yaydan çıkmış
bir ok misali bakışlar, bir açıklama beklercesine Sultan’ın üzerine atılmaktaydı. Sultan
beklentiyi boşa çıkarmadı ve gerekli açıklamayı yaptı. Evet Hamdi Efendi
gitmeliydi ve gidecekti; zira kendisi şimdiye kadar tarihi yazmıştı bundan
sonra ise geleceği yazacaktı. Yazma ameliyesi ile Hamdi Efendi sanki bir
bütündü ve belki de bu yüzden yazı denilince Hamdi Efendi; Hamdi Efendi
denilince yazı akla gelirdi. Şimdi ise iş başa düşmüş hayatını tarihi olanı yazmaya adamış bu koca
çınar, ömrünün son demlerini geleceği yazmakla tüketecekti. Kim bilir belki
gelecek sadece ömrünü tüketmeyecek aynı zamanda ruhunu da eritecekti.
Apar topar alınan kararla Hamdi Efendi'nin gelecek yolculuğu
başlamak üzereydi. Eve dönüp eşiyle vedalaşmaya bile gerek duymamıştı zira evden darağacına diye hazırlanarak
çıkmıştı zaten. Kendisini bekleyen bilinmezliğe doğru adım atarken hiç bir
hesap yapmamış yılların verdiği tecrübenin sakinliği ile karşılaşacağı şeye
dair en ufak bir tereddüdü veya kaygısı bulunmamaktaydı. Zaten en fazla ne ile
karşılaşılabilirdi ki ? Zaman çizgisinin hangi tarihi olursa olsun insanoğlu
gene aynıydı. Doğumlarla ölümler ;savaşlarla barışlar; hüzün ve sevinç hep iç
içeydi. İnsanoğlunun cesedinde vücuda gelmişti hem Habil hemde Kabil. Bunları
düşünerek kendisine herhangi bir şeyin şaşırtabileceğine ihtimal vermiyordu.
Vakit tamam oldu ve alet çalıştırıldı;zamanlayıcı hicri 1441
yılına işaretlenmişti.Birçoklarının gayba yolculuk olarak adlandırdığı bu
seyahat Hamdi Efendi için artık gayb olma özelliğini çoktan yitirmişti.
Geleceğin kapılarının kendisine açıldığını hissettiği bu an duyduğu az bir heyecan sebebiyle kalbinin titrediğini
hissetti ve bu yüzden kendini yadırgadı. Zorlu yolculuk bir göz açıp
kapayıncaya kadar sürdü ve kendini Sarayda odalardan birinde buldu. Durumu
henüz kavrayamamıştı; acaba alet
çalışmamış mıydı diye kendi içinde düşündü. Tam o anda bulunduğu odanın
Sultan'ın has odası olduğunu kavradı zira bu oda başkasına ait olamayacak
görkemdeydi ve bu yüzden kıpkırmızı kesildi. Burada bulunmaktan haya etmişti
zira burası özel bir yerdi. Bunun üzerine odadan çıkabileceği bir çıkış aradı
ancak bulamadı ve bir süre beklemeyi düşündü. Tam bu anda çok kalabalık bir
insan grubu odanın cam ile kaplı arka tarafından camın önüne doluştu. Bu grubu
gören Hamdi Efendi bir şok geçirdi zira bu kalabalık kendisinden önceki
vakanüvislerin Ankara Savaşı'nda tasvir ettikleri gibi bir Moğol
ordusuydu. Hem çok kalabalık hem de çekik gözlüydüler. Ancak bir farkları vardı
ki bunlar gülümsüyorlardı ve topluluğun her bir üyesi gülerek Hamdi Efendi'yi
gösteriyor ve ellerindeki değişik bir aleti durmadan Hamdi Efendinin üzerine
doğrultuyorlardı. Bu aletten ilk olarak bir ışık saçılıyor sonraysa ufak bir
ses geliyordu. Başta bunu bir silah zanneden Hamdi Efendi saklanacak bir yer
buldu ve köşeye bir yere sindi. Bunun ardından birkaç izbandut gibi adam bağıra
çağıra kilitli odaya girerek Hamdi Efendi'yi dışarı sürüklediler. Herkes çok
şaşkındı ve ne Hamdi Efendi ne de diğer adamlar durumu anlayabilmişti. Öylece
dışarı atıverdiler Hamdi Efendi'yi. Bu arada Saraydan dışarı çıkmaya çalışırken
ecnebi insanlar gelerek gene az önceki odadaki Moğollar gibi silah zannettiği o
aracı üzerine tutuyorlardı. Sonradan Hamdi Efendi’nin de anladığı üzere bu
silah zannettiği alet meğerse resim yapıyormuş. İnsanlar durmadan Hamdi
Efendi'ye bakıyor; Hamdi Efendi de onlara bakıyor, onları dinliyor ve anlamaya
çalışıyordu. Her şey o kadar farklıydı ki anlamak ve anlaşmak uzun bir zaman
alacağa benziyordu Hamdi Efendi için. Sarayburnu’ndan Eminönü inmeye karar veren Hamdi
Efendi yol boyunca gözlemlerine devam etti ve en sonunda namaz kılmak üzere
Yeni Cami'ye girdi. Namazını kıldı ve camide gördüğü giyim kuşamı kendisini
andıran sakallı ilk kişiyle konuşmaya başladı. Selam verdi ve ilk merak ettiği
şeyi içinde tutamadan olduğu gibi sordu: “Sultan nereye taşındı?” Adam bu
soruya şaşırmış olacak ki kendisini toplayıp soruyu anlaması zaman aldı ve
biraz mizahi bir üslupla pis pis gülerek “Ankara” diyerek cevapladı bu soruyu.
Bu cevaba şaşıran Hamdi Efendi yeni sorular sormaya niyetlenecekti ki adam
ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldi. Peşinden gitmeye niyetlenen Hamdi Efendi’yi
“adam vallahi deliyle uğraşacak vaktim yok, var yoluna git” diyerek kovdu ve
kendisi de hızlı adımlarla kaçtı.Bir kez daha şok geçiren Hamdi Efendi bu
yaşadığı şaşkınlığın ilk ve son olmayacağını artık adı gibi biliyordu.Zamanın
ruhundan o kadar uzaktaydı ki onu yakalayabilmek için gelecekteki her bir
saatinin ömründen günler götüreceğinin farkına vardı. Sonra göğsü o kadar
daraldı ki kaçacak bir delik arama yoluna girişti.
Bu şaşkınlıkla geçen zaman dilimi içerisinde saatler günleri, günler ayları kovalıyordu. Bir yandan zamana ve yaşadığı yere alışmaya
çalışıyor bir yandan da öğrendiği birçok şeyi not ediyordu.Hepsini yazması
gerekiyordu zira geri döndüğünde kendisinden ciddi bir rapor istenilecekti.
Dönüş için de belli bir tarih kararlaştırılmış ve bu zamana kadar çalışmalarını
tamamlaması gerekiyordu.
Geçen bunca zamanın ardından Dünya'da bir salgının başladığı
konuşuluyordu.Pek anlam verememişti insanların bu hastalığa koydukları isme;
ancak zamanla alışıyordu her şeye alıştığı gibi. Başlarda onu çok bunaltan
İstanbul’un kalabalığı azalmıştı; artık rahatlıkla seyahat edebiliyor ve
gördüklerini not alabiliyordu. Gene böyle bir cumartesi günü de çıkmıştı
dışarıya. Ancak sokaklar ona o kadar ilginç gelmişti ki anlamlandıramamıştı bu
durumu. Geldiğinden beri iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık İstanbul’da
sokakların bomboş olduğunu gören Hamdi Efendi dışarıda in cin top oynuyor diye
düşünerek büyük bir sevinçle Galata’ya doğru yola koyuldu. Bugün fırsattan
istifade oraları gözlemlemek niyetindeydi. Çok geçmemişti ki görevli
zabitlerden biri önünü kesti ve devlet namına iş yaptığı beyanında birkaç kelam
etti. Sokağa çıkmak yasakmış meğer tabi nereden bilecek Hamdi Efendi. Hamdi
Efendi lafı anlayana kadar kendini nezarette buldu haliyle ve bir gece
geçirmişti ki nezarette kendisini amansız bir öksürük tutmaya başladı, kendi
diliyle ince hastalıktan şüphelenmişti. Ne var ki durumu git gide kötüleşen
Hamdi Efendi bir hastane yoğun bakımında gözlerini yumacaktı geleceğin içindeki
hayatına. Ancak onu öldüren kendi asrının ince hastalığı değil geleceğinin
COVİD-19’uydu. Hamdi Efendinin ölümünden bihaber olan Sultan, Hamdi Efendi'yi
araştırmak ve bulmak üzere bir ekibi görevlendirdi. Araştırma ekibi de Hamdi
Efendi’nin öldüğü bilgisine ulaştı ve çalışmalarının yer aldığı defteri de
alarak Sultan’a sundular. Sultan Hamdi Efendi'nin böyle zamansız ölümünden çok
müteessir oldu ve onun ölümüne yol açan geleceğin bu salgınını çok merak ederek
Hamdi Efendi’nin bu konuda aldığı notları okumaya başladı.
VAKANÜVİS HAMDİ EFENDİ’NİN KARANTİNA NOTLARI
Hamdi Efendi’nin salgın notlarını okuyan Sultan, Hamdi
Efendi’nin yazdığı notlara detaylı açıklamaların yapılması için bir araştırma
ekibi kurar. Bu ekip de çalışmalarını tamamlayarak raporu Sultan’a arz eder. Rapor aşağıda sunulduğu gibidir. Numaralı
ifadeler Vakanüvis Hamdi Efendi’ye ait olup altındaki açıklamalar ekip
tarafından detaylı araştırmalar sonucunda yazılmıştır.
1-
Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde ortaya
çıkan ve Koronavirüs olarak adlandırılan bir
virüsün neden olduğu salgının, 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık
Örgütü(WHO)’nün açıklamasıyla pandemi haline geldiği bildirilmiş ve tüm dünyayı
etkisi altına almıştır.
Tarihlendirme çalışmaları ile
virüsün ortaya çıkışı, Kasım 2019 tarihine kadar götürülebilmekte ve yapılan araştırmalar neticesinde virüsün Wuhan kentindeki canlı hayvan
pazarındaki bir yarasadan ilk defa insanlara bulaştığı iddia edilmektedir.
Virüsün ilk defa ortaya çıkışı, birçok spekülasyonlara konu olmuş bilhassa virüsün
laboratuvar ortamında oluşturulduğu iddiası bu spekülasyonların odak noktası
haline gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ‘nin Çin’i hedef alan
açıklamaları, Wuhan’da bu konuları çalışan büyük bir laboratuvarın halihazırda
bulunuyor oluşu ve 2015 yılında bilim dünyasının meşhur dergilerinden Nature’da
yayınlanan bir makale bu spekülasyonları desteklemektedir. Bahsedilen makale “A
SARS-like cluster of circulating bat coronaviruses shows potential for human
emergence” başlığıyla 2015 yılında yayınlanmış olup, makalede, yarasalarda bulunan bir Koronavirüsün
laboratuvar ortamında fare hücreleri ile kimerik hale getirilmesi sonucunda
oluşan yeni virüsün insan akciğer hücrelerini enfekte edebilme kabiliyeti kazandığı
gösterilmiş ve denenen tüm ilaçların enfeksiyonu önlemede başarısız olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Bununla beraber yeni tip Koronavirüs üzerinde yapılan
diğer başka çalışmalar ile virüsün laboratuvarda üretilmediği de iddia
edilmektedir. İddia ve spekülasyonlara bakılacak olursa virüsün şu 3 yoldan
herhangi birisiyle ortaya çıktığı kesindir. Halihazırda da ekseriyetle kabul
edilen görüş olan virüsün doğal bir biçimde evrilerek yarasalardan insanlara
geçtiği teorisi bunlardan ilkini oluşturmaktadır. Bununla beraber virüsün
ortaya çıkışını açıklayan diğer 2 yol ise temelde virüsün laboratuvarda
oluşturulduğu görüşüne dayanmaktadır. Bunlardan ilki ve akla daha yakın olanı
Wuhan kentindeki laboratuvardan bir sızıntı yoluyla bu virüsün bulaştığı ve
yayıldığıdır. Diğer üçüncü bir yol ise virüsün yeni sosyal, siyasal ve iktisadi
düzeni oluşturmak üzere bir biyolojik silah olarak denenmesidir .
2-
Her gün medyada yeni bir ilaç ve aşı
geliştirildiğine dair haberler yapılmasına rağmen hastalığı yenmek adına henüz etkin bir ilaç
veya aşı geliştirilememiştir.
Tıp profesörlerinin gece gündüz
ekranlara çıktığı ve tıp teknokrasisinin tüm karar erklerini yönettiği bir
dönemde medyanın reyting uğruna heba ettiği insan ruhu bütünüyle unutulmuşa
benziyor. Sürekli hastalığın konuşulduğu televizyon haberleri, tartışma oturumları
konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan insanların dahi buradan nemalanacağı
bir prim kapısına dönüşmüş durumdadır. Her gün yerine yenileri eklenen tedavi
ve aşılarla insanlığa sahte umutlar bahşedilirken diğer bir gün bu umutlar
yerle yeksan edilerek her bir bireyin iç dengeleri alt üst edilmektedir. Böyle
bir ortamda insanlığın Koronavirüsten hayatta kaldığı varsayılsa bile bu salgın
ortamının sebep olduğu psikiyatrik bozukluklar ve buna bağlı intiharlar hangi
istatistiki verinin birer sayısı haline gelecektir? Unutulmamalıdır ki kronik
hastalığa sahip bireylerin bu salgın süresince sağlık kuruluşlarından
istifadesi minimuma inecek ve kronik hastalığa bağlı ölümler de artacaktır. Bir
sonraki maddede bahsedilen ve virüsün yayılımını azaltmak üzere alınan
önlemlerin de sağlıklı bireylerin sağlık durumları üzerinde önemli etkileri
olacaktır.
3-
Bu salgının etkilerini ve yayılma hızını
azaltmak adına birçok farklı önlemler alınmıştır.
Bu önlemlerin başında sosyal
izolasyon, sokağa çıkma yasakları ve karantina uygulamaları gelmektedir. Bu uygulamalardan her biri
virüsün bulaşıcılığını ve hızlı yayılmasını engellemeye yönelik alınmış
önlemlerdir. Bu uygulamalar sayesinde toplumun hareketi kısıtlanacak ve virüsün
en büyük gücü ve insanoğlunun en büyük zaafı olan sosyalleşmenin önüne
geçilecektir. İnsan sosyal bir varlık olması itibariyle kendi benliğini öteki
olmadan inşa edemez. Bu durumda kendi varlığını sürdürebilmek ve
anlamlandırabilmek adına ötekiyle yani kendisinin dışındaki bir varlıkla
iletişim kurmak zorundadır. Bunun en tabi şekli kendi türü içindeki bireylerle
kurduğu iletişimdir. Bu sayede kendisinden daha büyük olan bir bütünün yani
toplumun parçası olarak varlığını anlamlandırır. İkinci olarak bahsedilmesi
gereken diğer bir mevzu ise insanın başkalarıyla paylaşımda bulunma
ihtiyacıdır. İnsan, diğer insanlarla kurduğu iletişimi sadece kendini
anlamlandırmak veya daha büyük bir yapının parçası olmak için yapmaz. Aynı
zamanda kendini duyurmak ister, bir birey olarak kendisinin ne kadar özgün ve
farklı olduğunu diğer bireylerle paylaşmak ister. O yüzden denilebilir ki virüs
insanoğlunun en büyük açığını kullanıyor ve bu yolla yayılıyor. Eğer insanoğlu bu
salgını durdurmak istiyorsa birtakım bedeller ödemek pahasına kendi zaafıyla
mücadele etmeli ve kendi isteklerine dur demesini bilmelidir.
Salgının yayılımını kontrol
altına almak adına yapılan uygulamaların bedelleri arasında yalnızlığın
getirdiği psikolojik sorunlar yer almaktadır. Herkesin de tahmin edilebileceği
üzere sosyal yaşamın hızına ve kalabalıklığına alışmış bireylerin bu zorunlu
istirahat dönemini bir inziva olarak geçiremeyeceği muhakkaktır. Kendi iç dünyasına çekilme alışkanlığı
olmayan ve hızlı hayatını bir anlığına dahi olsa durdurmayı bilmeyen bireyler
bu karantina ve izolasyon dönemlerinde büyük bir ızdıraba duçar olacaklardır.
Bu durumda etkili olan bir diğer etken şehir hayatının sosyal dinamikleridir.
Kent hayatında bir apartman dairesine sıkışıp kalmış bir bireyin ruhunun Kaf
Dağı’nı aşmasını beklemek biraz gülünç olabilir. İnsanoğlunun yarattığı bu yeni
dünya ona mezar bile olamayacak kadar çok dardır. Ama bunca olumsuzluklara
rağmen şehir yaşamı iliklerimize kadar işlemiş ve bunun insanın doğal yapısının
gereği gibi muamele görmesine neden olmuştur. Ancak her şeye rağmen
insanoğlunun bu zor zamanlarda en çok ihtiyaç duyacağı iki şeyin tevekkül ve
tefekkür olduğu muhakkaktır.
Bu salgın boyunca ödeyeceğimiz ve
bundan sonra da ödemeye devam edeceğimiz bir diğer bedel ise kronik
hastalıklardır. Hareketliliğin kısıtlandığı ve insanların şu günlerdeki tek
eğlenceleri olan yemeğe kendilerini verdikleri bir dönemin kronik hastalıkların
artışına neden olacağı yadsınamaz bir gerçektir. Vücuttaki sürekli stresin yol
açacağı kronik inflamasyon vücutlarımızın kırılganlıklarını üst seviyeye
çıkaracaktır. Bununla beraber salgın sebebiyle ölenlerden kat kat fazla insan,
kalp ve damar hastalıklarına bağlı sebeplerle yaşamını yitirecektir. Buna ek
olarak sağlık sistemlerinin Korona hastalarından başkasını hasta olarak
görmediği şu zamanlarda kronik hastalığa sahip bireylerin sağlık
kuruluşlarından gerekli hizmeti almasının zorlaşması gene kronik hastalık
ölümlerinin artışına sebep olacaktır.
4-
Bu salgının, sağlık sistemleri ve uygulamaları
konusunda birtakım değişikliklere sebep olacağı konuşulmaktadır.
Bu salgınla beraber halk sağlığı
uygulamalarının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmış buradaki uygulama ve
yöntemlerde hızlı bir dijitalleşmenin önü açılmıştır. Bilhassa salgının
takibinde, filiasyonun uygulanması ve
sosyal izolasyon kurallarına uyumun izlenmesinde büyük kolaylıklar
sağlayacak biyolojik çiplerin kullanımı gündeme gelmektedir. Sık sık biyoçip
konusuyla gündeme gelen Elon Musk ve
Bill Gates tam bu noktada spekülasyonların göbeğinde yer almaktadır. Bu
spekülasyonlara göre Bill Gates insanlara biyoçip takmak istemekte o yüzden de
bu virüsü durduracak aşıyı üretmesine rağmen arzını
gerçekleştirmemektedir. Buraya kadar
olan kısım her ne kadar dedikodu diyebileceğimiz türden bilgiler olsa da
biyoçip mevzusunun birçok açıdan değerlendirilmeden bir oldu bittiye
getirilmesi çok büyük riskler taşımaktadır.
Gene, evvela spekülasyon
cihetiyle gündeme gelen bir diğer husus da bağışıklık pasaportudur. Buna göre
en azından aşı bulunana kadar hastalığı geçirip bağışıklık kazanmış bireylere
bir belge verilerek bireyin normal hayatına dönmesi amaçlanmaktadır. Bu her ne kadar pratik açıdan ve ekonomik
faaliyetlerin yeniden canlanması yönünden iyi bir fikir gibi görünse de gene
içinde toplumsal ayrışmalara ve etik problemlere neden olabileceğe benzemektedir.
Bir diğer uygulama Türkiye gibi
hastane acilleri çok kalabalık olan ve acil olmayanın acil olanın önüne geçtiği
durumların engellenmesinde kullanılabilecek olan “dijital triaj”
uygulamalarıdır. Triaj hastane acillerinde başvuran hastaların aciliyet
durumları göz önünde bulundurularak yapılan bir sınıflandırma sistemidir. Şuan
bu salgın durumunda Türkiye’de Sağlık Bakanlığının uygulamaya soktuğu “Evde
Hayat var” sitesi ve uygulaması sayesinde yüksek ihtimal hasta olanla hasta
olmayanı ayırt eden uygulamaların kullanılması ileriye yönelik olarak bu
uygulamaların devam ettirilmesine öncülük edebilir. Bu sayede hastane
acillerine başvuran ancak acil hastası olmayan insanların sayısı azaltılabilir.
5- Salgınla beraber ülkelerin iç siyasi
dinamikleri ile dış politikaların büyük oranda değiştiği ve değişmeye
devam edeceği bununla birlikte ulusal bütünlüğün ve uluslararası
işbirliklerinin yeniden gözden geçirileceği bir dönem ön görülmektedir.
Salgın, bireyler nezdinde iç
dünyaya yönelişe sebep olduğu gibi etkilenen bütün ülkeleri de kendi iç
dünyalarına çekilmeye zorlamıştır. Tüm yurt dışı uçuşlar durdurulmuş sınırlar
kapatılmış ve bütün devletler salgın ile kendi iç dinamikleri ve kendine has
yöntemleri ile baş etme yoluna girişmiştir. Kimileri bu süreci çok başarılı
yönetirken kimileri de başarısızlığa sürüklenmiş ve iç siyasette bu
başarısızlığın bedelini ödemeyi beklemeye koyulmuştur. Uluslararası iş birliği
örgütleri; örneğin Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği
bu süreç boyunca pasif kalarak birçok devletin tepkisini çekmiştir. Bunun bir
sonucu olarak bu uluslararası boyuttaki işbirliği kuruluşlarının varlığı
sorgulanmaya açılmış ve birtakım değişikliklerin sinyalleri alınmıştır. Benzer
bir durum birçok etnik unsurun birlikte yaşadığı ulus devlet bazında benzer
problemleri ortaya çıkarmıştır. İtalya gibi kuzeyi ile güneyi arasında ciddi
sosyoekonomik eşitsizliklerin olduğu ülkeler bu durumun en önemli örnekliğini
teşkil etmektedir. Gene Amerika Birleşik
Devletleri’nde ölümlerin çoğunun sosyoekonomik olarak alt gelir düzeyini
oluşturan afro-amerikan kökenli bireyler arasında gözlendiği ortadadır. Bu
örneklerde olduğu gibi sağlık hizmetlerine ulaşımda ulusal düzeydeki
eşitsizlikler ulusların içerisindeki toplumsal-etnik ayrıştırmaları artıracak
ve toplumun katmanları arasındaki çatışmalara zemin hazırlayacaktır.
Bu söylenenlere ek olarak
ülkelerin tıbbi malzeme korsancılığına başlamış olması da traji komik bir
durumdur. Tıbbi malzeme üretiminin ve bir ülkenin sağlık hizmetlerinin ihtiyaç
duyduğu ürünleri üretme de kendi kendine yetmesinin aynı silah sanayisinde
olduğu gibi ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak ülkelerin
birbirinden tıbbi malzeme çalacak kadar ileriye gitmesi ülke içi faşist
söylemlerin artacağının çok önemli bir işaretidir. Buradan hareketle önümüzdeki
seçimlerde vaadlerin en büyük kısmını
sağlık yatırımlarının tutacağı açıktır. Bu konuda doğru hareket edip bu süreci
iyi yöneten hükümetlerin ömrü uzun olacaktır. Diğer türlü yanlış politikalarla
sağlık sistemini uçurumun kenarına sürükleyenlerin ise siyasette uzun ömürlü
olamayacakları açıktır.
Yukarıda da bahsedildiği üzere “her
koyun kendi bacağından asılır” sözünün hakikat bulduğu şu günlerde uluslararası
kuruluşlar şuan olduğu gibi pasif kalmaya devam ederse birçok ülkede faşist
söylemlerin geniş halk kitleleri tarafından destekleneceği çok ortadadır. Gene
bilhassa tüm dünyayı saran bu salgına karşı uluslararası mücadele ön plana taşınmazsa
olacak olan gene aynıdır. Önümüzde duran bu koskoca tehlike ancak ülkelerin bu salgın
ile beraber mücadelesi ve karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma içinde hareket
etmesiyle engellenebilir. Kaldı ki küreselleşmiş ve bir köy haline gelmiş
günümüz dünyasında kabuklarına çekilip “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”
demek pek akıl karı gözükmemektedir. Nitekim bu salgın Çin’de ilk defa ortaya
çıktığında belki sevinenler olmuş ve hatta bu salgının hiçbir zaman kendilerine
zarar vermeyeceğini düşünenler de olmuştur.
Eğer yukarıda bahsettiğimiz durumun tam tersi gerçekleşmiş olsaydı yani
ülkeler bazında devletler salgınla tek başına başa çıkamamış ve uluslararası
örgütler salgın yönetimini devralmış olsaydı gelecekte bambaşka bir dünya
düzeni görmemiz kaçınılmaz olurdu. Hatta denilebilir ki bu sefer de ulus devlet
yapısı ortadan kalkma riskiyle karşılaşırdı. Yine bu duruma destek sağlayacak
bir başka olgu ise salgının daha çok toplumun yaşlı kesimini vurmasıdır.
Toplumun yaşlılar tabakası ulus devletlerin hafıza ve ideolojilerinin
aktarılmasında büyük bir vasıta işlevi görürler. Bu tabakanın da büyük oranda
ortadan kalkması gene ulus devlet yapıları için bir tehlike arz edecektir.
Sonuç olarak bu süreç boyunca ve
sonrasında ne ifrata ne de tefrite kapılarak iç siyasetteki faşist söylemler
ile dışarıdaki küreselleşmenin bir denge halinde tutulması zaruridir. Yoksa
gelecek yıllarda barış ortamını mumla ararız.
6-
Salgının önemli iktisadi sonuçları olacaktır.
Salgının yarattığı kaotik şartların,
ekonomi alanında da ciddi değişimler doğuracağı düşünülmektedir. 4.Sanayi
Devrimi olarak adlandırılan günümüzün robotikleşen ve dijitalleşen dünyası,
ekonomik üretim şekillerini yeniden kurgulayacağa benziyor. İnsan doğasının
kırılgan yapısını bir kez daha ortaya seren bu salgın üretim araçlarının yalnız
insana bağlı olmasının büyük oranda üretimi baltalayacağını göstermiştir. Yapay
zekanın ve insansı robotların üretimde insanın yerini almasının zaruri olduğu
ve ancak bu şekilde insanın kırılgan doğası sebebiyle ortaya çıkan kayıpların
önüne geçilebileceği ortaya konmuştur. Bu başlı başına büyük bir olaydır ve ortaya
çıkaracağı sosyal ve iktisadi değişimler bu yazının kapsamını aşmaktadır. Bununla beraber devletçi ekonomilerin serbest
piyasa ekonomilerine kıyasla salgın koşullarında daha iyi hareket ettiği ve
süreci yönettiği gözlemlenmektedir. Bu salgınla beraber gündeme gelen diğer bir
mevzu ise bir süredir gözden düşen elektronik paraların bu süreçle beraber
hayatımızın bir parçası haline geleceğidir.
Elektronik paranın üretiminde kullanılan blockchain sistemlerinin yeni
dünyayı inşa etmede büyük bir öneme sahip olacağı gene iddialar arasındadır.
Son olarak reel üretime dayalı
ekonomilerin, finansa dayalı ekonomilerden bu iktisadi koşullarda çok daha
önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Reel üretim olarak kendine yetebilen ülkelerin
salgın koşullarındaki kapalı iktisadi
dönemi en az kayıpla atlatacakları düşünülmektedir. Diğer türlü finansa dayalı
iktisadi sistemlerin ise patlamaya hazır bir bomba olduğu gözükmektedir.
Salgın döneminde üretimin büyük
oranda azalmış olması önümüzdeki süreç boyunca ekonomik krizler ve kıtlıklarla
karşı karşıya kalacak bir dünyayı gözler önüne sermektedir. Fakirin daha da
fakirleşeceği, milyonların açlık ile karşı karşıya kalacağı zor zamanlar yeni
dünyayı beklemektedir.
7-
Reel dünyadan sanal dünyaya geçişin anahtarı
bulunmuştur.
Salgına karşı alınan sosyal
izolasyon ve karantina gibi önlemler online iş ve eğitimi zorunlu kılmıştır.
Evden dışarıya bir adım atmadan gerçekleştirilen eğitimler ile mekân ve
zamansal birlikteliğin devre dışı bırakıldığı online oturumlar sağladıkları
avantajlar itibariyle hayatımızda salgın sonrasında da büyük bir yer tutacağa
benzemektedir.
SON SÖZ
Yeryüzünün büyük bir imtihandan
geçtiği ve nefes alamaz hale geldiğimiz şu zamanlarda ruhlarımıza yeni bir
soluk olması ümidiyle kaleme aldığım bu yazımda kurguyla gerçeğin; öğretici
metinlerle edebi metinlerin arasındaki sınırı kaldırarak yeni bir öykü-deneme
tarzı denemiş bulundum. Belki de birçoklarınızın garipseyerek okuduğu bu yazıma
kaynaklık eden temel kuvvet, iç dünyamda tüm benliğimi kuşatan denenmemiş bir
yolla tarihe not düşme isteğiydi. Eğer bu yazıyı salt didaktik bir üslupla
yazmış olsaydım sadece siz okuyucular değil bendeniz, bu yazının yazarı olarak sıkılır ve
tamamlamaya kuvvet bulamazdım. Ancak inandığım bir şey var ki o da bu zor
süreçte bir yandan ciddi bir bilgi gücüne ihtiyacımız varken bununla beraber
bilginin yarattığı gerginliği kurgu ile gevşetme yolunun gerekli olmasıdır.
Kurguyu vakanüvis üzerinden
gerçekleştirmemin çok mühim olduğuna inandığım bir sebebi vardır. Buna göre
vakanüvis anlatımı, tarihselleşmiş olanın yalnız belli bir açıdan ele
alınmasını sağlar. Bu da günümüzün kaotik ve çokça spekülasyonların yapıldığı
bir dönemde tek taraflı olgusal bakış açısı ile çok yönlü spekülatif bakış
açılarını ayırt edip okuyuculara tanıtmak amacımı yansıtmaktadır.
Hayırlı işlerle meşguliyetin ve
hobi sahibi olmanın öneminin bir kez daha ortaya çıktığı, boş vakitlerin bol
olduğu bu zaman dilimini en güzel şekilde değerlendirmenin ve şu geçiş
döneminin getirdiği belirsizlikler içerisinde medeniyetimizin, dünyanın yeni
düzeninde söz sahibi olmasının gerekliliğinin farkına varmalıyız. Gayret bizden
tevfik Allah’tandır.
Şu, iç
dünyalarımıza döndüğümüz mübarek Ramazan ayını tevekkül ve tefekkür ile geçirmemiz
dileğiyle….
Cihan
GÖKDEMİR
1
RAMAZAN 1441
İSTANBUL
Keyifle okuduğum hem eğlendiren hem bilgilendiren bir yazı olmuş eline sağlık hocam. Kurgu itibariyle, işimiz gereği severek takip ettiğimiz TRT Çocuk'un "Nasrettin Hoca Zaman Yolcusu" çizgi filmine benzemiş. Dün ile bugünü birleştirme arzusu, insanın içinde gömülü bir tohum gibi. Eline emeğine sağlık hocam. Bir gün bizden çok sonraları birileri tarihi bu yazdıklarımızda ararsa bizim de iki satır kelamımız olmuş olsun :)
YanıtlaSil