MODERN DÜNYA'NIN ENKAZI

Modern dünyanın yıkılmış insanları.. Bir devrin enkazının altında kalmış; kimileri kurtulmuş, kimileri ise kurtarılmaktan çok uzakta. Kapitalizmin ve liberalizmin insanları: Londoners.



Londra tüm dünyanın küçük bir minyatürü. Burada dünyanın her yerinden insanları görebilmek mümkün. Bugün burada, bu insanların ne yaptıklarından ve ya nasıl beraber yaşadıklarından bahsetmeyeceğim. Aynı zamanda Londra’nın turistik yerlerinden bahsederek  bu yazıyı bir gezi yazısına da çevirecek de değilim. Bu yazımda kabaca Londra örneğinde tüm dünyanın ortak psikososyal problemlerinden bahsederek bu sorunların dünyanın sözüm ona modern toplumlarını nasıl çöküşün eşiğine getirdiğinden söz edeceğim. 



Bu, Londra’ya ikinci gelişim. Burada yaşadığım süre içerisinde aynı anda iki farklı işle uğraştım. Aynı zamanda akşamları okuluma devam ettim. Yaptığım işler süresince birçok insanla konuşma, birçok insanı tanıma ve onları anlama fırsatım oldu. Şunu söylemek gerekir ki burada insanlar yalnız. Bu yalnızlaşmanın nedenini çok uzaklarda aramaya gerek yok; yanı başımızda bize bireyselleşmeyi ve sürekli birikim ve tüketimi salık veren liberalizm ve kapitalizme bakmamız yeterli olacaktır.

18. yüzyılda başlayan endüstriyel devrimle birlikte, ekonomi, ticaret, üretim ve tüketimde büyük bir patlama yaşandı. Artık çok büyük sayılardaki ürünleri kısa sürede üretebiliyor ve aynı zamanda ürettiğimizi tüketmekte gecikmiyoruz. Başlı başına çok geniş bir sektör haline gelen reklam sektörü ise tüketimi her geçen gün pompalamakta ve insanlara tüketemeyeceklerinden fazlasını aldırmakta. Yani üretimin artmasıyla toplumlar tüketim toplumuna dönüştü. İngilizler 1930’lardaki Büyük Buhran’dan itibaren 1970’lere kadar takip ettikleri Keynesyen ekonomi ile büyük oranda tüketimi katlamayı başardılar. Bu sayede o sıkıntılı dönemden hızlı ve güçlü bir ekonomi ile çıktılar. 



Tüketimin pompalanması ve bu durumun ne düzeyde olduğunu göstermek adına küçük bir iki lokal örnek vereceğim. Londra’da çalıştığım tekstil dükkanında bütün ürünlerimiz 5 yarddı. Yani benim 5 yarddan daha az ihtiyacım var, bunu ben tüketemem deme hakkınız yok. Ya 5 yard alacaksınız ya da almayacaksınız ve aynı zamanda 5 yarddan daha az kumaş alabileceğiniz başka bir dükkan da bulunmamakta. Buna verebileceğim diğer bir örnek de gene bu tekstil dükkanından. Müşterilerimden birisi hiç olmazsa haftada 2-3 kez gelir, bizi ziyaret eder ve bizle muhabbet ederdi. Bu hanımefendiye her gelişinde biz istese de istemese de yeni ürünlerimizi gösterirdik. O da birçok yeni ürünlerden etkilenir, her gelişinde depozit ürün olarak kendisine ayırtırdı. Yani demem o ki kadın bunları alıp kullanmazdı, sadece kendisi için ayırtır ve bekletirdi. Ve bu kadın maddi durumu çok iyi bir insan da değildi. Geçimini günde 14 saat ofislerde temizlik yaparak sağlıyordu. Peki asıl sorulması gereken soru şu. Bu örnekteki şahıs kendi hayatını tekstil ürünlerine mi adamıştı? Yoksa tüketim ekonomisinin bir kurbanı mıydı? İşte aslında tüketim dünyasının bize yaptığı da bu: tüketemeyeceğimizden fazlasını bize aldırtmak ve bunu yaptırabilmek için de köle gibi çalıştırmak.

Yukarıda liberalizmin bireyleri kendi dünyalarında yalnızlığa ittiğini iddia ettim. Bu konuyu biraz açacak olursak bu yalnızlaşmaların etkisi yaşlılar üzerinde apaçık ortada. Birçok yaşlı insan kendi başının çaresine bakmak üzere yalnızlığa itilmiş. Ama bu yalnızlık maddi bir fakirlik anlamına gelmiyor. Devlet, yaşlı bireyler için çok ciddi paralar ödüyor. Birçok zengin, maddi durumu iyi, yaşlı insanlar konuşacak, sohbet edecek, bir şeyler paylaşacak birilerini arıyor.

Her sabah müşterilerimden olmayan çok yaşlı bir teyze bizi ziyarete gelir, oturur bize hayatından bahseder, yaşadığı zorluklardan. Kimi zaman bizim için sıkıcı olsa da sabreder dinleriz yaşlı teyzeyi. Kimi zaman anlar sıkıldığımızı kibarca çıkar gider dükkandan. Oysa bu yaşlı teyze bu durumdaki tek insan değil . Birçok yapayalnız yaşlı sadece bir iki kelime konuşabilmek adına dükkan dükkan geziyor. Bu insanların birçoğuna bakacak olursak ya zamanında aile kuramamış ya da kurmuş sahip çıkamamış herkes bir tarafa dağılmış. Yaşlılar da sahipsiz kimsesiz ortada yapayalnız kalakalmış. 

Bununla beraber toplumumuzun temelini oluşturan aile yapımızı  korumalıyız. Eğer aile yıkılırsa toplum ayakta kalamayacak çökecektir. Medeniyet seviyesinin üzerine çıkalım derken yaptığımız körükörüne batı taklitçiliğindeki hataları tekrarlayarak geleneksel aile yapılarımızı yıkmayalım. Roger Garaudy’nin deyişiyle  cangıl bireyselciliğine kapılıp benliklerimizi ailelerimizin önüne geçirmeyelim. Toplumumuzu yalnız kalabalıklara dönüştürmeyelim. Eminimki birlikteliğimiz, beraberliğimiz, yalnızlığımızdan daha anlamlı ve daha güçlü. 

Yazının başından beri Londra toplumunun yerinden oynamış, kaymış dinamiklerinden bahsettim. Bu yazının asıl yazılma nedeni ise,  bu şehirde karşılaştığım akli dengesi bozuk insan sayısının çok fazla olması. Bu insanların birçoğu sokaklarda yaşıyor. Bu durum belkide Darwinin doğal seçilimde bahsettiği üzere bu sosyal düzene ayak uyduramayan insanların bu hayattan elenmesinden ibarettir. Bu yaklaşım her ne kadar Malthusçu bir yaklaşım olacak olsa da çok merhametsizce ve biz insanoğluna yakışmayan bir yaklaşımla konunun ele alınmasından ibaret olur. Fakat, bu yönden konuyu incelemek elbetteki konunun ekonomik ve sosyal boyutunu ortaya koyacaktır. Ekonomik açıdan hayata tutunamayan bir kısım insanların akli dengesini kaybettiğini söylemek doğru; ama bir o kadar da kolay ve konuyu küçümseyen bir yaklaşım olur.  Ben bu durumun sadece ekonomik değil aynı zamanda şuanki mevcut sosyal durumun etkisinin bir sonucu olduğunu düşünmekteyim. Şöyle ki yukarda bahsettiğimiz üzere bireyselleşmenin hat safhada yaşandığı toplumlarda kendisini hayata bağlayan kökleri yitiren, yaşama amacını bulamamış insanların bu akli dengesini kaybetmişlerin büyük çoğunluğunu oluşturduğunu söyleyebilirim. Ve gene, bu topluluğun büyük çoğunluğunu da orta yaş üstü bireyler oluşturmaktadır. Çünkü toplumun genç kesiminin genellikle  inanacakları bir özgüvenleri ,kendileri, var; ama diğerleri bu özgüvene sahip değil. 

Akli denge bozukluğunun en büyük sebebinin ekonomik değil de toplumsal olduğunu düşündüren şey ise maddi durumu çok iyi olan ancak akıl sağlığını yitirmiş bireylerin çokluğudur. Mesela müşterilerimden bir örnek vererek konuyu geçmek istiyorum. Şöyleki gene bir gün bir hanımefendi geldi ve bizle muhabbete başladı. Kim olduğundan, ne yaptığından, niçin burada olduğundan bahsetti. Her şey başta normal gibi gözüküyordu ama sonradan anlattıkları normal değildi. Hanımefendi rüyasında gördüğü gerçek olmayan birisi için evlilik hazırlılıklarına başlamış ve bu yüzden bizden elbise almak istediğini söylemişti. Ondan sonraki davranışlarından ve ara ara çıkardığı ilginç seslerden hasta olduğu anlaşılıyordu. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün; hatta takım elbiseli delilerden bahsetmeyeceğim bile.

Şimdiye kadar liberalizmin bir sonucu olarak bireylerin yalnızlaştığından ve bu yalnızlığın bizi götürdüğü sonuçlardan bahsettik. Buradan sonra ise genellikle liberal bir toplumda bireyin kendine zarar vermesinin serbestiyetinden ve bunun açıktan propagandalarının yapıldığı bir özgürlükten bahsedeceğiz. Bireysel özgürlüklerin sınırını, başkalarının özgürlük sınırına kadar genişletmek ve kişinin kendine zarar vermesine izin vermek, ne kadar doğrudur tartışılmalıdır. Ama tıp ve hukuk dünyasında, ötenazinin tartışıldığı ve hatta uygulamaya konduğu bu günlerde özgürlüklerin sınırının bu kadar kaymış olmasına şaşırmamalı. Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta ise genel bir İslam düsturu olan “emri bil maruf nehyi anil münker” prensibinin uygulanmıyor olmasıdır; yani ahlaki olarak kötü olan bir şeyin açıktan yapılmasına izin verilmesidir. Bu da açık olarak kötü bir şeyin reklam unsuruna dönüşmesine sebep oluyor. Bu ifadeleri kullanırken insanların bir ahlak polisi tarafından kontrol edilmesi gerektiğini savunmuyorum. Burada demek istediğim kötü olan bir şeyi herkes kendi bireyselliğinde gizlice gerçekleştirebilir; ama bunu işlerken risk aldığının farkında olmalıdır ki bu hissiyat büyük oranda kötüye yönelimi azaltacak ve köreltecektir. Bu kuralın, liberal toplumlarda işlememesi sebebiyle toplumda çok az yönelimleri olan bireyler bile savrulmalar yaşıyor ve eksen kaymasına maruz kalıyorlar.

Özetleyecek olursak, liberalizmin ve kapitalizmin ekonomide getirdiği büyüme inanılmaz; hatta daha ileri gidecek olursak bu ikisi dışındaki hiçbir sistemin bu denli büyük bir orandaki ekonomik büyümeyi sağlaması imkansız gözüküyor. Serbest piyasa ekonomisi konservatif ekonomileri yerle bir etti. Ancak bu ekonomik düzen toplumun zemininde, sosyal yapısında büyük kaymalara yol açıyor. İnsanlar bu yüzden hayatlarını kaybediyorlar. Kalabalıklar içerisindeki yalnızlar olarak kayboluyorlar. Bu kaybolan bireyler daha sonra bu toplum için birer kayıp değil, zarar ve tehlike olarak geri dönüyorlar. Bu durumu, bu yazımda Londra örneği üzerinden takip ettik. 

Eğer Türkiye örneklemine dönecek olursak ben hala bir şansımız olduğuna inanıyorum. Şuanki durumumuzda hiçbir şey geri dönüşümsüz değil. Hiç değilse sahip olduğumuz sıcak insanları birbiriyle kaynaşmış toplumuzu soğuk bireylere terk etmeyelim. Allah’tan niyazım o dur ki Dünya’daki bu inanılmaz akıntıya kapılıp biz de ziyan toplumlardan olmayalım. Selametle..

(Ağustos 2016, LONDRA)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EBU ABDULLAH'IN GÖZ YAŞLARI

VAKANÜVİS HAMDİ EFENDİ’NİN KARANTİNA NOTLARI