OSMANLI İKTİSAT AHLAKINA DAİR

Osmanlı’nın, “güçlü düşman çemberi” altında 600 yıl yaşamış olması bende her daim büyük bir hayrete sebebiyet vermiştir. Bilhassa Osmanlı yükseliş devrine, “bir süper gücün ortalığı kasıp kavurması” olarak bakmayan benim için meselenin sorunsala dönüşümü büyük ölçüde Erol Özvar hocanın katıldığım Osmanlı İktisadı dersi ile oldu.

Buradan hareketle, Osmanlı olarak, 7 düvele karşı savaşacaksınız; karşınızda en iyi zamanınızda bile sizden nüfus, ekonomi, teknoloji ve kaynaklar bakımından üstün bir Avrupa olacak, onları yeneceksiniz ve yıkılmanız, Avrupa ana karasından çekilmeniz, yüzyıllar alacaktır. Bu meseleyi makale ve kitaplarında bir problematik olarak gören ve bunları çalışmaya davet eden en önemli kişi Mehmet Genç olmuştur. Bu konudaki daha ileri okumalar için Halil İnalcık, Mehmet Genç ve Erol Özvar’ın çalışmalarına bakmanızı tavsiye ederim.

Ben Mehmet Genç’in ortaya attığı bu problematiği, ilk bakışta, Allahu tealanın Bakara suresinde buyurduğu “nice az topluluklar, çoklara galebe çalmıştır” ayeti kerimesinin tecellisi olarak görüyorum. Ancak 19. ve 20. yüzyıllara gelecek olursak “hep bizlere anlatılagelen” sanayileşememiş kendini dönüştürememiş Osmanlı yıkılmaya mahkum olmuştur. Acaba gerçekten, hakiki sebep bu kadar basit miydi? Osmanlı kendisini batı düşüncesiyle yeniden inşa edip onlar gibi olamaz mıydı? Ve ya cumhuriyetle beraber gelen dönüşüm sadece cumhuriyeti kuranların bir marifeti miydi? 

Osmanlı’nın elinde elbette dönüşüm imkanı vardı. Ancak kapitalist Avrupa, Osmanlı ahlakına ve devlet yönetimine tamamen tersti. Bir kere kapitalizmin temel itici gücü olan sermaye birikimine Osmanlı şiddetle karşı çıkmış, sermayenin bireyler arasında dağıtımını uygun görmüş ve bunun İslam’a daha uygun olacağını düşünmüştür. En basitinden çeşme ve aşevlerini düşünelim; eğer siz devlet olarak caddelere aşevleri ve çeşmeler yaparsanız birilerinin ayağına kurşun sıkarsınız. O zaman sermaye sahibi kapitalist iş yapamaz, ama siz hayır işlemiş olursunuz. Muhtemelen bu kapitalist düşüncenin bireylerde açacağı sosyopsikolojik problemleri fıkıh özelinde düşünmüş olan Osmanlı bu fikri benimseyememiş ve kendini batı düşüncesine entegre edememiştir. 



(Topkapı Sarayı)

Aynı zamanda sürekli tüketimin pompalandığı ve artan tüketimi karşılayabilmek için üreten Avrupa’ya karşı, ihtiyacı kadarını üreten ve tüketen, gösterişten uzak bir Osmanlı vardı. Bu yazının yazılmasına vesile olan ve bu meseleye dikkatimi çeken asıl örnekle konuyu noktalamak gerekirse; her devletin yönetildiği meşhur bir saray vardır. Avrupa şehirlerinde, bilhassa başkentlerinde saraylar çok gösterişli; tam bir tüketim canavarı olarak kurgulanmış yapılar olarak göze çarpıyor. Ancak bunun tam aksine Topkapı Sarayı’na geldiğinizde sizi çok mütevazi bir saray karşılıyor. Yüzyıllarca dünyanın yönetildiği o saray, görkem ve şaşaadan uzak yapısıyla aslında bize Osmanlı’nın düşünce dünyasını anlatıyor. Osmanlı istese tüm sarayı altınla kaplayabilirdi ancak bunu yapmadı, sahip olduğu iktisat ahlakı buna izin veremezdi.

Viyana Schönbrunn Sarayı’ndan saygılarımla..

(Ağustos 2018, Viyana)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EBU ABDULLAH'IN GÖZ YAŞLARI

VAKANÜVİS HAMDİ EFENDİ’NİN KARANTİNA NOTLARI